Blogdayazar

24 Ocak 2018 Çarşamba

Ah be torpil! ne çektik senden

 Çocukluğumda torpil en büyük eğlencelerimden bir tanesiydi.  Fitilini kibrit ile yakmak, patlama sesi ve çığlıklar...  bazen de gaza gelirdim, öyle ya torpilin yanında durmak erkek işiydi. Birkaç kez ufak tefek yaralandığım oldu. O zamanlar torpilin basit bir oyuncak olduğunu düşünürdüm, ama ilerleyen dönemlerde bunun yanlış olduğunu anlayacaktım. İlkokul yıllarımdı sınıfta en öndeki sırada oturanların sınıfın en çalışkan öğrencileri olduğunu düşünürdük. Ancak bunlardan birisi derslerinin iyi olmamasına rağmen öndeki sıraya öğretmenin isteğiyle otururdu. Bir gün bunu sıra arkadaşımla paylaştığımda şöyle söyledi: " Ne olacak öğretmen o çocuğun annesini tanıyormuş, o yüzden torpil geçiyor"  şaşırmıştım, bu güne kadar beni eğlendiren torpil bu kez düşman olarak karşıma çıkmıştı. Artık torpili eskisi kadar sevmiyordum. Bir gün yine öğretmenimiz ödev olarak kartondan ev yapmamızı  istemişti. Bayağı uğraşmıştım, ama güzel olmuştu. Ödev teslim etme zamanı geldiğinde sınıftaki kızlardan birisi yaptığı kartondan evi kibrit çöpleriyle kaplayarak ahşaba benzetmişti. Belli ki birilerinden yardım almış. Öğretmen, kızın yaptığı ödevi çok beğenip sınıftaki vitrine koydu. Sıra bana gelince, " Bunu sen yapmamışsın biri sana yardım etmiş"  dediğinde bu kez torpil, onca uğraş verip yaptığım evin içinde patlamıştı. Acaba kız torpilli miydi? artık herşeyi sorgular olmuştum. Torpil insanlara olan güvenimi ciddi şekilde sarsmaya başlamıştı. Zaman ve kavramlar değişiyor, ben büyüyordum. Hemen her gün yeni şeylerle karşılaşıyordum. Tabiki torpilin "ben kimin yeğeniyim" "toprağım" "o da bizden" gibi değişik versiyonları da bunların arasındaydı. Torpil değil mayın tarlası mübarek! okulda, işte, hastanede... kısaca her yerde...  aslında eski dostum torpil ile barışmayı düşünmedim değil. Ne olurdu bir kez de ben "Harran'lı" olmaktan çıkıp "Sendikalı" olsam? veya birilerinin el ele tutuştuğu fotoğraflarda aradan kafayı uzatsam?  torpil patlasa, istediğim olsa. Cevaplar aşağıda, ben kaldığım yerden yürüyorum. Askerden geldikten sonra doğal olarak iş aramaya başlamıştım. Diploma, eğitim herşey tamam. Öyle mi? değil. Artık tecrübem vardı. Tek eksiğimin torpil olduğunun farkındaydım.  Bakkaldan almam mümkün değildi artık, daha derinlerde arayacaktım. Bu arada önemli bir işletme çok sayıda personel alımı yapacağını duyurdu. Kurum önemli, talep çok ve doğal olarak torpil bir o kadar büyük olacaktı.  Ben mi? torpilim yoktu, bir diplomam birazda umudum...  başvurdum ilana.  Mülakat günü gelip çatmıştı. Mülakatın yapılacağı salon ise ağzına kadar dolu. Acayip bir hava vardı salonda. Kısık sesler, oradan oraya koşuşturan insanlar, kendinden emin ifadeler... anlamıştım, torpilin fitili çoktan ateşlenmişti.  Bunları düşünürken odadan isminin okunduğunu işittim, bir solukta içeriye daldım. Mülakatı yapan kişi rutin soruları sorduktan sonra "Referansın kim?"  dedi.  Gülümsedim. Özgeçmişimde referanslarımın olduğunu söyledim.  " Yok" dedi badem bıyıklı mülakatçıbaşı " Seni buraya kim gönderdi... " kimsenin selamını getirmemiştim, mahçuptum; ilan üzerine geldiğimi söyledim. Meşhur " Biz seni arayacağız " cümlesiyle uğurladı beni.  Sonuç mu? o günden sonra arayan olmadı...




 Torpille imtihanım bu şekilde yıllarca sürüp gitti... şimdi çalışıyorum. Burada torpil yok mu? var. Meğer torpille yaşamayı öğrenmek gerekiyormuş bu hayatta. Referans, amca, dayı, yeğen... adı ne olursa olsun. Geçte olsa bunu anladım. Neyse, yukarıda yazmıştım soruları cevap anahtarını da vereyim. Yapı itibariyle kimseden yardım almadan birşeyler yapmaya çalışan bir insanım. Birisinden ricada bulunmak hep zor gelmiştir bana. Onun için hep yaya kaldım bu güne kadar. Ezildik ama eğilmedik tarzı bir şey bu. Torpil kişiliğime aykırı bir şeydi. Onun için böyle şeylere hiç tevessül etmedim. Yanlıştı yaptığım belki, aykırı davranıyordum. Ama bu bendim. Değişmeyecektim. Birde benim için kul hakkı vardı işin içinde. Olur da torpili bir gün ben patlatırsam hangi masumun canı yanacak, hak ettiği işe sahip olamayacak; bu garip öte tarafta nasıl hesap verecek? kafamda "Mantıklı" sorular...  son sözüm ise torpile.  Ah be torpil! ne çektik senden. Bu güne kadar yanımdan hiç ayrılmadın be torpil! canımızı yaktın, işimizden ettin, ona buna yüz sürmeye ittin. Artık düş yakamızdan, uzak dur akrabalarımızdan; eşimizden, dostumuzdan... ah be torpil! ne çektik senden. Ah be torpil...


Devamını Oku

17 Ocak 2018 Çarşamba

Profesyonel ne ola ki

 "Çalışana iş, yatana para" "Az para, çok iş" " Maaşa zam, işe son" bunun gibi bir sürü cümle iş hayatının jargonun da bulunur.  Çalışanlar her zaman maaş ve işlerin yürümeyişinden, patronlar ise çalışanlarından şikâyet eder.  Düzeltmek mi? işte ona kimse yanaşmaz.  Çünkü çalışma hayatındaki bütün aktörler değişimden kokar.  Değişim belirsizliği beraberinde getirir... bunun yazı başlığıyla ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz.  Bana göre değişim, profesyonel bir bakış açısı gerektirir. Bütün işleri düzeltmek imkansız, fakat bireysel olarak profesyonelliğin uzun vadede belli getirilerinin olacağı bir gerçek.  Tanımlara göre profesyonel, bir işi ücret karşılığında yapan kişiye deniyor.  O zaman çalışan herkes profesyonel öyle mi?  bana göre cevap hayır. Çünkü profesyonellik sadece maddiyat ile ölçülebilen bir kavram değil.  Farklı boyutları var.  Onun için çalışan ile profesyonel ayrımını yapmak gerekir.  Çalışan profilinden fazla söz etmeye gerek yok, zaten iş yerinde her gün görüyoruz. Anlatmak istediğim şey iş yaşamında profesyonellik.  Bunu yapabilmek için olması gerektiğini düşündüğüm bazı kriterler mevcut...

 Profesyonellik için bir çok ölçüt olduğunu yazmıştım. Bunlardan en önemlisi belki de kişinin yaptığı işe saygı duymasıdır. Bu klişe gibi gözükebilir. Ancak olmazsa olmaz bir kuraldır bu. İşe zamanında gelmek, giyim-kuşam, izin ve rapor gibi küçük şeylerden bahsetmiyorum.  Herşeyden önce kişinin ekmeğini kazandığıdığı işi benimsemesi ve sahiplenmesi kısaca "kendi işi" olarak görmesi, işe saygı kavramını en iyi anlatan şey galiba.  Profesyonellik için değinmek istediğim başka bir konu da şu. Fazla sayıda departmanı bulunan iş yerlerinde rotasyona sıkça rastlanır.  Çalışanlar rotasyondan nefret eder, ama bir profesyonel için rotasyon iş zenginleştirme kabiliyeti bakımından büyük bir fırsattır.  Ayrıca farklı bölümlerde çalışmanın kariyer planları açısından önemi vardır. Özetle, profesyonel sahanın birçok noktasında görev alarak sorumluluk ve yetkinliklerini arttırma isteğinde olmalı.  Eğitimin işletmelerde önemi her geçen gün artıyor. Çalışan ise bunu eziyet olarak görür. Oysa profesyonel, işletme içi eğitimleri yaptığı işte kendini geliştirmek ve yeniliklere uyum sağlamak adına yapılan faaliyetler olarak algılamalıdır. Çalışanlar için vizyon sadece emeklilikten ibarettir. Profesyonel ise uzun vadeli planlar yapar. Hedeflere ulaşacak şekilde kendisini hazırlar. İş hayatında basamakları hızlıca çıkmak için vizyona her zaman ihtiyaç vardır.  İyi geçinmek yine bir profesyonel için vazgeçilmez bir kriter. Diğerleriyle uyum sağlamak zor bir sanat. Çünkü her insanın yapısı farklı, çalışanlar genelde biririleriyle geçinemez ve takım, aile gibi kavramlar onlara fazla birşey ifade etmez. Profesyonel ise işlerin birlikte yürütüleceğinin bilincindedir. İftira, yalan, çekememezlik ve kavga gibi basit olaylardan kendisini soyutlayarak herkese eşit mesafede durur.  Sorumluluk almak yine profesyonel bir davranış olarak karşımıza çıkar. Çalışanların çoğu "Bana ne" cidir. Verilen görevin dışına çıkmaz. Profesyonel sorumluluk almaktan çekinmez.  Bu tecrübe edinme bakımından oldukça kritik bir konu. İnsiyatif kullanmak, sonucu ne olursa olsun bir profesyonele iş deneyimini ilerletmesi için çeşitli fırsatlar sunar...



Profesyonellik çalışma hayatında yukarılara çıkmak adına gerekli bir adım olarak görülmeli. Profesyoneller kendine güvenen, işini sahiplenen ve başarısızlık karşısında pes etmeyenler daima zirveye oynayanlar olarak karşımıza çıkar.  Bunun içinde sıradan çalışanlardan bir adım öndedir.  Şunu da unutmamak gerekir ki farklı olanlar her zaman dikkat çeker, önemli olan şey ise o farkı yaratabilmektir...


Devamını Oku

10 Ocak 2018 Çarşamba

Herkes doktor olursa...

 İlkokul öğretmenim "Herkes doktor, mühendis olursa yerleri kim süpürecek?" derdi.  Diğer öğrencilerle ve ben yer süpürmeyi kabullenmezdik. Aslında öğretmenimizin anlatmak istediği şey farklıydı, ama o yaşta bunları kavramak mümkün değildi.  Belki de "Hayat herkese eşit davranmaz, bazı şeyler için mücadele etmek gerekir" diyerek ileride karşılaşacağımız zorluklardan bahsediyordu.  Zaman geçti ve mücadeleye başladık. Kimileri  hayallerinin birçoğunu gerçekleştirdi, kimileri bulduğuyla yetindi... Bunları yazmamın sebebine gelince, bir süredir kendi çapımda blog keşifleri yapıyorum. Gezdiğim blogların da "Hakkımda"  yazılarına uğramadan geçmem.  Okuduklarımın bir çoğunda istemediği okullarda okumak zorunda kalan kardeşlerimin hüzünlü cümlelerine rastladım. Bende istediğim okulu okuyamadım, dolayısıyla şu an sevmediğim bir işte çalışıyorum.  Ama ekmek kavgası zoraki aşkları beraberinde getiriyor.  Ne yapalım? hayata mı küselim?  yok maça devam. Önümüzde uzun yıllar var yolumuza taş koyan hayat elbet fırsatlarda sunacak.  Söylemek istediğim şu; okul ve diploma şu dönemde sadece teferruat. Önemli olan neyi ne kadar bildiğimiz. Laf kalabalığı değil bu hayatın gerçeği. Yüksek lisans mezunlarının bekçilik kadrolarına başvurduğu hakkındaki haberlere bir göz atarsanız bana hak verirsiniz.
İnsan gelişime açık bir varlık.  "Ağaç yaşken eğilir" sözünün tarihe karıştığı bir zamandayız, istediğimiz eğitimi alıp çalışmak istediğimiz yerlerde iş bulmak zor değil.  Yeterki isteyelim. Benim finans alanına lise döneminden beri ilgim mevcuttu. Fakat hiç alakası olmayan bir bölüm okumak zorunda kaldım.  Yakın zamanda finans eğitimi alabileceğim birçok kaynağa erişerek kendimi geliştirme fırsatı buldum.  İş mi?  bu eğitimleri alınca işler öyle bir değişti ki şu an kendi işini kurma planları yapıyorum.  Bunları yapmak için illa İktisat okumaya gerek yok. İş için tek kriter var: Sevmek.  Bunu ben yapabiliyorsam herkes yapabilir. Kimse aynı yemeği üç öğün yemez. Öylese sevmediğimiz bir işi yıllarca yapmanın ne anlamı var? yaşı, işi ve kışı bahane etmemek gerek. Ayıracak zaman mutlaka vardır. Tabi söylediklerim hayallerinin peşinden koşanlara.  Üzerine gidildiğinde yapılamayacak hiçbir şey yok. Ayrıca şunu da eklemek istiyorum. Önceki yazılarımda bazı meslek eğitimleri üzerine yazılarım olmuştu. Şimdilerde yine buna benzer yazılar hazırlamayı düşünüyorum.  Kim bilir belki birilerine faydası dokunur...


 Son olarak söylemek istediğim şu,  insanlar hayatını devam ettirmek için çalışmak zorunda.  Bunun için eğitim şart.  Ancak eğitimi okul duvarlarına sıkıştırmak doğru bir yaklaşım değil.  İlgi veya yeteneğimizin olduğunu düşündüğümüz bir alanda kendimizi geliştirmek,  hele ki içerisinde yaşadığımız bilgi çağında zor değil.  Bunlar sayesinde istenilen işe girmekte kolaylaşacaktır. Sevilen bir işte çalışmanında  başarı ve iyi bir kariyeri beraberinde getireceğinden şüpheniz olmasın. 



Devamını Oku

3 Ocak 2018 Çarşamba

Yalnızca

 Ağıdırdır yalnızlık. Taşıması zor ama tek kişiliktir. Sessizdir, cümleleri boğar acımasızca ve bir o kadar soğukkanlı.  Yargılar ve mahkum eder kendine. Müebbettir yalnızlık.  Üşütür bedenleri, ayazda kalır ruhlar; zemheridir yanlızlık.  Pişman eder, perişan eder marazdan daha beter... Düşmandır, kendi kendine kavga ettirir adamı. Eş,dostun hasmıdır iter, söver, döver... bıçak gibi keser bağları, kalp kıran sözler.  Zamanı yoktur, her an vardır. Cama tutkun, yola aşık ve kapının çalışına hasrettir. Nöbetçidir uykuya izin vermez, cimridir; yerdirip, içirtmez; aksidir, huysuzdur değişmez. Dost gibi görünür de satar yanındakini anılarla yüz yüze gelince; kaypaktır, dönektir yanlızlık. Canı çıkartmaz ama acıtır; yürekleri burkar, incitir yokluğun yalancı yaridir. Kederi kader diye yutturur, kendi kaderine ortak eder adamı. Üç kağıda yatar yanlızlık. Koyudur, içi bilinmez; dışarıda sahte, bilemez insan koynuna girmedikçe. Boşluktur, boşu boşunadır. Boşvermişcesine, serseri gibi... hayatı boşamaktır.  Uçurumdur; köprüleri atan, yolun sonuna iten dünyayı ulaşılmaz kılan.
Kaybolmaktır yanlızlık, herkesin içinde kaybolmak... kayıplara uğramak; görmemek, duymamak ve konuşmamak... ıssızdır, uğultularla başbabaşa... çöl, ada veya oda o hep bir başına. Yanlızlık. yalın yalnızlık. Yapa yanlızlık... Kıskançtır yalnızlık. Sevdiğini saklar hep yaklaştırmaz kimseyi. Göstermez yüzünü. Esirger sözünü. Kilitler sıkı sıkıya kapılarını. Karamsardır, umudu unutmak ve umduğunu bulamamaktır. Sevimsizdir, yüzü asık ve bakışları sert. Hiddetten değil korkudan. Olur da bir yerde celladı ile tanışmaktan.  Naz yapar çocukça. Çagırsalar gelmez, taviz vermez. Hayallerinde başrol onundur. Gerçekte figüran.  Sıkıcıdır yanlızlık. Canı da dişi de sıkar. dünya bile dar gelir. Mengenede sıkar, silah gibi sıkar... sıkıysa kurtul elinden. Cahildir, kafasına göre hareket eder. İşine gelmez dostluklar. Kafa dengi arar, bulur ve kafaya alır. Sürekli aynı kafadadır yalnızlık. Hastalıktır; bedendedir ağrılar, aslında hasta olan düşünceler. Yalnızlığın yaradana ait olduğunu idrak edemeyen ruhlar...


 Yalnızlık.. çok iken bir olmak, bardağın hep boş kısmında kalmaktır. İnsan neden yalnızlığı tercih eder bilinmez.  Sorunlardan veya çok sevdiğinden belki yalnız kalmak istediğinden.  Severiz insanları yardım etmek isteriz. Bazen de farkında olmadan en derin çukurlara iteriz. Nasıl müdahale etmeli? herşeyden önce hayatı sevdirmeli, şu uçsuz bucaksız kainattaki her varlığın en az çift olduğunu göstermeli. Er yada geç insan farkeder yalnızlığın sonunu lakin ömür kısa, vakit dar...

Devamını Oku