Blogdayazar

25 Aralık 2017 Pazartesi

Yaz kardeşim

 Yaz kardeşim! Şimdi kış. Sen yine yaz. Yaz içinden geçenleri, anlat düşüncelerini. Yaz kardeşim!  õylesine yaz. dök içini. Cümlelerin samimi anlatsın bize seni. Şiir yaz, makale yaz, günlük yaz ne istersen, yaz; karala işte birşeyler. Hırslarına boyun eğmeden, kaygılarının  etkilemesine müsade etmeden. Yaz kardeşim!  en iyi bildiğini. Aristo bile kıskansın seni. Olsun. Olmasın yorum beğeni. Yazmışsın ya, üretmek sana keyif vermeli. Yaz kardeşim! hayatı kaleminin izinden takip edelim. Hataları önerdiğin silgiyle silelim. Bununla da yetinmeyip farklı kalemlerle ortak bir yol çizelim. Ne dersin? yaz kardeşim! sevinçlerini paylaş. Hediye eder gibi yaz, sevgiliyle buluşmuşcasına... yaz ki Kelimeler sarılırsın birbirine. Durmadan, üşenmeden yaz. İşe nasıl gittiğini anlat, beraber çekelim yol çilesini, nasıl kazanıyorsun ekmeğini? haykır verdiğin emekleri. Tanıt oradaki riyakar ve ikiyüzlüleri. Yaz be kardeşim! okul yıllarından bahset. Ziller çallsın beynimizde, uyandırsın maziyi. Pekiyi olmuş diyelim, takdir edelim. Olmuyor deme, diren! vazgeçme. Devam et yarım kalmasın.  İki cümlede olsa yaz.  Yaz kardeşim! yine yaz, sofraya davet et herkesi. Göster hünerlerini. İçine bolca kat resimleri, tat versin yazdıkların.  Yaz kardeşim! gün tükenmiş ne çıkar? yalnız geceleri yaz, õyle yaz ki yalnızlık utansın yaptıklarından. Acılar kalmasın karanlıklarda. Aşktan haber ver bize. Seni yıkıp giden veya mutlu sonla biten. Söz, bizden sır çıkmaz. Hangi anı? hangi şarkı? yaz kardeşim! tarih seni yazmayacak belli, büyüklük sende kalsın tarihi sen yaz. Ya da güne nasıl başladığından söz et. Hayata koşalım beraber. Çarşı, pazar dolaşalım. Vakit kalırsa yan komşuya uğrarız.  Okuduğun kitapları da unutma.  Yaz payına düşenleri, paylaşmak güzeldir. Yaz kardeşim! İnandığını yaz inatla. Duayla, niyazla vur şamarını yalan dünyaya. Çağır herkesi sonsuz hayata.  Daha çok şey var yazacak. Ne duruyorsun? yaz kardeşim!  gezip gördüğün yerleri. Gizli cennetleri, eğlenceli yerleri... çok gezenin çok bildiğini ispatlar gibi. Bilirim giyim, kuşamdan anlarsın. Onuda yaz kalmasın. Hiç şüphem yok şık bir yazıya imza atacaksın. Hikayelerini de eklemeyi unutma! düşler, sevimli karakterler... sende biliyorsun kafa yorduğun herşey övgüye değer.  Yaz kardeşim!  yaşadığın yerleri. Toprağını yaz.  Tanıyalım, tanışalım toprağın olalım. Memleket bizim memleket nasıl olsa.  Film, dizi farketmez gözünden izleyelim hepsini.  İster öv ister yer paylaş fikirlerini...  yaz kardeşim....  bugün bunları yazmak istedim. Düşündüklerini yazıya dökmek isteyen herkesi düşünerek yazdım. Evet yazmak güzel. İnsanlarla iletişim kurmanın belki en etkili yollarından bir tanesi yazmak.  Ama bir gerçeğide unutmamak lazım. Güzel yazıları olupta ilgisizlikten, konu veya vakit bulamamaktan dolayı yazmayı bırakan birçok kardeşim var. Geri dönen olur mu bilmiyorum, bir kez de ben seslenmek istedim. Onun için yaz kardeşim! diyerek başladım.  Ayrıca her zorluğa karşı yazmaya devam edenler var. Yeni, eski farketmez güzel işler yapan kardeşlerimin hak ettiği karşılığı bulacağına inanıyorum. Onun için sizlerde yazmaktan vazgeçmeyin. Gerçek şu ki hayat devam ettikçe yazılacak birşeyler mutlak var olacaktır...
Devamını Oku

18 Aralık 2017 Pazartesi

Boşanıyoruz

 "Yirmi bir ilde yaşanan boşanma patlaması sonucunda harekete geçen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı beş pilot ilde evlilik öncesi eğitim uygulaması başlattı..."  iki,üç gün önce gördüm bu haberin bir bölümünü yazmak istedim.  Evet boşanıyoruz. Hemde hiç düşünmeden bir çırpıda.  Bunca maddi ve manevi zorluklar karşısında kurulan yuvalar gelmek bilmeyen ay sonlarından, şiddetten veya aldatma sonucunda dağılıp gitmekte. Birde çocuk varsa durum daha da vahim hale geliyor. Boşandıktan sonra çocuğunu icra yoluyla görenler bile var. Durum böyle olunca birtakım müdahalelerde zorunlu hale geliyor. Bakanlığın konuyla ilgili yaptığı çalışmayı yerinde bir adım olarak görüyorum ve şunu eklemek istiyorum. Yaşanan boşanmaların nedenleri araştırılarak evlilik öncesi eğitim kapsamına dahil edilmesi ve bu eğitimin neden-sonuç çerçevesinde uygulanmasının daha mantıklı olacağını düşünüyorum. Boşanmakta evlilik kadar doğal, fakat ilk darbede havlu atmak doğru değil. Evlilikte yaşayan bir kurum sonuçta, sorunları çözüp ona hayat vermek yerine mahkemede idam etmek iki taraf içinde bir yıkım oluyor. Evli olmama rağmen birçok boşanma hikayesine tanık oldum. Kategorilere ayırmak ne derece doğru bilmiyorum ama  sorunlar belli konularda ortaya çıkmakta. 


 Yukarıda nedenlere kısaca değinmiştim. Biraz derine inelim şimdi. Kira, çocukların masrafı, faturalar, alışveriş derken hayat maddi anlamda ailelerin yükünü arttırmakta. buna paralel gelirlerin aynı oranda artmayışı doğal olarak evde huzursuzluk meydana getiriyor. Dengeyi sağlamak adına çalışmak düşünen bayanların bu isteği muhafazakar erkekler tarafından kabul görmeyince tartışmalar daha da alevleniyor. Son bir hamle olarak eş,dosttan alınan borçlar, banka kredileri ve kredi kartları eve icra, haciz ve en sonunda hapis olarak geri dönünce boşanmak tek seçenek olarak kalıyor. Bu gibi durumlarla sıkça karşılaştım.  Büyüklerin desteğiyle evliliğini kurtaran da oldu soluğu mahkemede alanda...  şüphesiz evlilik maddi anlamda büyük sorumlulukları beraberinde getirir. Eşler bu kararı almanın verdiği heyecanla rasyonel davranmaktan uzaklaşıyor.  Oysa evliliğe maddi olarak hazır olmak temelleri sağlam atmanın yegane koşuludur. Eskiler boşuna "İş, aş, eş" sıralaması yapmamış öyle değil mi?


  Şiddet evlilikleri bitiren en hazin nedenlerin başında geliyor bence.  Gözyaşlarından hastaneye kadar uzanan bir süreçten söz ediyorum.  Evlilikte şiddet sadece fiziksel anlamda düşünülsede aşağılama, hakaret gibi faktörlerde şiddeti içerisinde barındırmaktadır. Hele ki insan hayatını birleştirdiği kişiden bunu görüyorsa asıl darbeyi kalp alıyor. Yıllarca şiddetin muhatabı olup evliliği, çocukları; hatta şiddet gördüğü eşini düşünerek evliliğini sonlandırmayan kadınlar da mevcut. Tabi bu bir irade meselesi. Bu bakımdan kadın erkekten güçlüdür desek yanılmış olmayız. Bununla ilgili yaşanmış bir olayı yazmak istiyorum. Okuduğunuzda "Bunu ancak kadın yapar" diyeceğinizden eminim. Olay Antalya'da meydana gelmekte. Eşinden şiddet gören bir kadın uzun uğraşlar sonucunda boşanıyor. Adalet bu ya boşandığı eşi bir süre sonra felç geçirerek yatağa bağımlı hale geliyor. Bu haber eşine ulaşınca kadın eşi aleyhine konuşmak yerine hiç tereddüt etmeden eşiyle tekrar evlenip bakımını üstleniyor. İşin özetişu. Kişi yüreği kadar güçlüdür, zayıfa el uzatana da "Adam" derler buralarda. Cinsiyet kimlikte kalır böyle durumlarda... tekrar konuya dönecek olursak, evlilikte şiddetin önüne geçmek gerçekten zor.  Çünkü bu tür olayların çoğu evde yaşanıyor ve bayanlar yaşadıklarını paylaşmıyor. Bu konuda gerek kitle iletişim araçları gerek sosyal medya üzerinden olumlu anlamda bir algı operasyonu şiddetin azaltılmasında katkı sağlayabilir. Bir mesajı insanlara ne kadar çok tekrarlarsanız kabul görmesi o kadar kolay olur.

 Aldatma çok karmaşık ve bir o kadar da gizemli bir boşanma nedeni. Aldatmada tek tarafı suçlamak doğru olmaz. Kadın, erkek herkesin nefsi vardır. İster istemez insan onun isteklerine boyun eğebiliyor. Aldatmanın temelinde ilgisizlik yatıyor bana göre. İnsanlar kendisi hakkında hep güzel şeyler duymak ister. Hatta aşırı ilgiye muhtaç olanlar farklı elbiseler, saç şekilleri veya değişik yollarla dikkat çekmeye çalışır. Bunun için eşlerin birbirine ilgi göstermesi önemli. Çünkü ilginin bitti yer ihanetin başlangıcıdır. Kişi ilgisizlik karşısında farklı arayışlara girer ve sığınacak bir liman bulunca ipler yavaş yavaş kopmaya başlar. Her ne kadar eşe Sadık kalınmaya çalışılsa da "yasak elma" yenmiştir bir kere. Sonuç malum. Aldatma konusuda önemli boşanma nedenlerinden birisi olarak karşımıza çıkar. Başlarken yazmıştım gizemli ve karışık olduğunu O yüzden kolay kolay gün yüzüne çıkmaz, çok fazla konuşulmaz. Bu sorunun çaresi eğitimden ziyade Sadakat ve ilgidir.

  Özetle şunu söyleyecek olursak, aile toplumun temelidir. Aile yapısının bozulması bu temeli sarsacağı gibi toplumsal bir takım sıkıntılara da neden olacağı aşikar. Bu yapının korunması ve yaşatılması başta devlet olmak üzere toplumun her kesimi için zorunlu bir görev.  Bireylere düşen ise evlilikte sorun yaşayanlar için yapıcı yaklaşımlar sergilemeleridir. Şu bir gerçektir ki aileler ne kadar sağlamsa devlet ve toplum o kadar güçlüdür.





Devamını Oku

12 Aralık 2017 Salı

Yapay zeka

Teknoloji hemen hemen her gün yeni bir nimeti insanlığın hizmetine sunuyor. Yapay zeka da bunlardan birtanesi. Hatta yakın zaman önce yapay zeka ile üretilen Sophia isimli robot Suudi Arabistan vatandaşı oldu.  Aynı dönemde ülkemize gelen Elon MUSK yapay zekanın bir süre sonra insanlığı yok edebilecek güce erişeceğini ve bunun önüne geçmek için bazı projeler üzerinde çalıştığını paylaştı. Bazıları bunlara gülüp geçerken bir kısım yüzyılın girişimcilik hareketi olarak nitelendirdi...  Neden bunları yazıyorum? eloğlu bu tür fantastik şeylerle meşgul olurken biz Sophia nın kiminle evleneceğini, Elon MUSK un servetini konuştuk. Anlayacağınız  eller çıktı aya biz yine yaya. Neyse konuya dönelim. Yapay zekaya sahip robotlar yaygınlaşmaya başlayınca hayatımızda ne gibi değişiklikler olacak? işsiz mi kalacağız veya onlar mı bizi yönetecek? gerçekten insanlığın sonunu mu getirecek?  çok şey yazılıp, konuşuldu. İnsanın sahip olduğu duygulardan tamamen bağımsız bir yapıya sahip olan yapay zekanın kimseye zarar vereceğini düşünmüyorum. Fakat yapay zekaya insanlık virüsü bulaşırsa olacakları tahmin etmek çok zor.  İşsizlik konusu bana tuhaf geliyor. Herşeyi robotlar yapacaksa  finansal sistem nasıl işleyecek? yapay zekayı geliştirenler bunu da düşünecek kadar zekaya sahiptir herhalde. Birde yönetim meselesi var. Eğer yapay zeka dünyada  adaleti ve barışı sağlayabilecekse varsın insanlığı yönetsin. Binlerce yıldır dünyayı yöneten insanların neler yaptığını gördük ve hala görmeye devam ediyoruz. Farz edelim yapay zeka dünyayı yönetmeye başladı.  Bir süre sonra insanın bağımsız olma dürtüsünün yapay zeka ile çatışabileceğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Hep kötü şeylerden bahsettim. Ne de olsa Terminatör serisini izleyerek büyümüş bir neslin ferdiyim Olsun o kadar.  Yapay zeka veya bununla üretilen robotlar doğal olarak bazı riskleri beraberinde getiriyor, fakat bizler için  hayatı kolaylaştıracak gelişmelerinde olacağını düşünüyorum.  Mesela sağlık alanında insanın yıllardır çare bulamadığı hastalıkların tedavisi yapay zekayla mümkün olabilir. Sonuçta insandan daha zeki bir varlıktan söz ediyoruz.  Ayrıca yaşlı ve çocuk bakımında yapay zeka önemli rol oynayacaktır. Yeni bir sektör ortaya çıkabilir.  Robot bakıcılar. Tamamen anne ve babanın istekleri üzerine programlanmış, çocuk ve yaşlıları gönül rahatlığıyla emanet edeceğimiz robotlar fena olmaz herhalde. Bir Elon MUSK değilim ama kafam çalışır böyle şeylere. Araçlarda da yapay zeka kullanılabilir. Kurallara harfiyen uyan robot şoförlerin trafik kazalarının azalmasında katkısı olur. Trafikte bazı şeyleri görünce bunun yasal zorunluluk olmasını bile isterim. Eğitim konusunda yapay zekanın kullanılması birçok insanın hayatını değiştirebilir. Nasıl mı? karakter ve yetenek analizleriyle öğrencilerin doğru mesleği seçmeleri ve istemedikleri işlerde çalışmalarının önüne geçilecektir.  Bu da eğitim ve iş hayatında verimi arttırır. Daha bir çok alanda olumlu gelişmeler olacaktır elbette. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Hep genelden söz ettik. Yapay zeka bizim eve de girsin artık.  Günlük işleri yapacak bir robota kimse hayır demez galiba. Düşünün bir kere. İşten yorgun argın geldiniz. Sofra hazır; karşınızda sarışın, mavi gözlü, güler yüzlü bir robot... "hoşgeldiniz" diyerek karşılıyor. Yemeği yiyorsunuz çay, muhabbet derken bir baktınız bulaşıklar yıkanmış, çamaşırlar ütülenmiş ev pırıl pırıl parlıyor... yazarken bile içim gitti. Parası neyse veririm hemen getirin kardeşim.  Şaka bir yana evde maliyeti sadece elektrik faturasına yansıyacak yardımcıların bulunması çalışan ve benim gibi bekarların oldukça işine yarar...
    Son olarak yazmak istediğim şu. Şüphesiz her yeni buluş iyi veya kötü insan hayatını bir şekilde etkiliyor.  Yapay zekanın da bize neler katacağını ileride göreceğiz.  Teknoloji her ne kadar hayatı kolaylaştırsa da bağımlılık hoş bir durum değil. Çünkü insan güçlükleri aştığı sürece özgürdür. Bunun için bazı şeyler doğal kalmalı, Kablo değmemeli... Yoksa robotlardan ne farkımız kalır ki...
Devamını Oku

9 Aralık 2017 Cumartesi

Yılbaşı geyikleri

 Yılbaşı geliyor. Süslenmiş çamlar, ışıl ışıl panolar, vitrinde kardan adamlar... Kimine göre israf, kimine göre eğlence.  Her görüşe saygım var. Tabi yeni yıl çoğunluk tarafından heyecanla beklenir. Yeni bir hayatın başlangıcı algısının insanların yılbaşına bu derecede önemsemesine neden olduğunu düşünüyorum. Uzatmadan konuya gireyim. Bir soruyla başlayalım. Yılbaşı gecesinin değişmez fenomeni kimdir? Noel Baba. Başka kim olabilir. Noel Baba ve geyikleri yılbaşı gecesi evin bacasından uslu çocuklara hediyelerini verir, herkes mutlu olur ve misyonunu tamamlayan Noel Baba asgari ücrete çalıştığı işine geri döner. Sonuçta Noel de olsa o bir baba. Geçindirmesi gereken bir ailesi vardır muhakkak. Noel Babanın yılbaşı gecesinden sonra ne yaptığına dair hiçbir fikrim yok. Ne yapalım kardeşim! cümleyi yarım mı bırakalım? siz bana bakmayın. Geyik yapıyorum Noel Babaya nispet. Sahi Noel Baba'nın geyikleri var da bizim yılbaşı geyiklerimiz yok mu? Olmaz olur mu hiç. Şimdiden başladı bile.


 "Yılbaşında Piyango size çıksa ne yaparsınız" sorusuna "Fakirlere yardım ederim"  cevabı ve bizim de "Babanı bile tanımazsın" diyerek iç geçirdiğimiz geyik türü haberlere konu olur ve Piyango çekilişine kadar sürer. Sıklıkla görülmekle birlikte yılbaşını evde geçirecekler için PTT (Pijama, Terlik, Televizyon) yine yılbaşı geyikleri listesinde yer alır. Lezzetli gibi duran "Hindi" yılbaşına kadar en ateşli tartışmalara sahne olan bir geyik türü olarak karşımıza çıkmakta. Türü azalmakla beraber "Tombala" da hepimizin sevdiği bir yılbaşı geyiği olarak listemizde yerini alır. Kimin kazandığı önemli değil. Eğlenen herkes kazanmıştır o gece. Bitti mi? biter mi hiç. Mesela "Kırmızı don" geyiği var bir de. Hassas bir konu. Milletin donuna karışılmaz. Nede olsa yılbaşı geyiğidir listede bulunsun istedim. Bir de karamsar geyikler var tabi. " Ömrümüzden bir sene daha geçiyor bizde seviniyoruz" şeklinde sitem edenler gecenin huzur bozucuları olarak yerini alır... Hadi yeni yıla girelim artık. Popülerliğini hiç yitirmeyen,  yılbaşı gecelerinin değişmezi "Ondan geriye saymak" yılbaşı geyikleri listesinin her zaman zirvesindedir...
  Ve geldik temennilere. Son zamanlarda iyi şeyler görmüyoruz. Umarım bu kaos ortamını meydana getirenler de yeni yılda karışıklığın kendileri dahil herkese zarar verdiğinin farkına varıp bundan vazgeçerler ve dünya daha iyi bir yer olur. Ülkem için her alanda başarılı bir yıl olmasını, tuttuğum takımın şampiyonluk elde etmesini, yazılarımın daha fazla okunmasını ve bunun için faydalı içerikler üretebileceğim bir yıl olmasını temenni ediyorum... Hoşçakalın.

Devamını Oku

5 Aralık 2017 Salı

Erkekler neden futbolu sever?

 Bayanların hoşlandığı bir konu değil biliyorum. Ancak yazının devamında fikirler değişebilir. Futbol neden bu kadar seviliyor? eşler, sevgililer ve arkadaşlar neden top sevdalısı? konuşalım biraz. Genele uymak veya erkek rutini olarak görmeyin bunu. Her erkek için futbolun derin anlamları var. Ta küçüklükten zihinlere kazınmış hatıralar. Mesela araba, tabanca ve futbol topu erkek çocukların vazgeçilmez üçlüsüdür. Yürümeye öğrendikten sonra topa vurmaya başlar çocuk.  Ünlü bir futbolcunun adını sayıklayarak. Tam da burada başlar futbol aşkı. Takım tutmaya bu yaşlarda başlanır. Yaş ilerledikçe okul, mahalle maçları diğerlerine meydan okuma ve kendini tatmin etme aracı olur. Lise yıllarında ihtiyaçların artmasına paralel işi paraya dökme çabaları yoğunlaşır. Kulüplere gitme, profesyonelleşme gibi girişimcilik örneklerine rastlanır. Üniversite, askerlik derken erkek olgunlaşır. Onun için birçok şey değişmiştir, ama futbol hala en büyük eğlencedir. Kolay değil yirmi beş yaşına kadar topa adanmış bir hayattan söz ediyorum. Gelelim günümüze.  Artık saçlarına yavaş yavaş kar yağmaya başlamış, göbeği hızla aşağı sarkan ve aktif spor hayatına çoktan veda etmiş erkeklerin halen futboldan kopamamalarının makul nedenleri var.


 İlk göz ağrısı  hiçbir zaman unutulmaz çünkü.  Olgun erkek için futbol aşkı yerini sevgiye bırakır.  Jübile yapıldı ya, artık futbolla ilgili yapılabilecek ilk şey yorumculuktur. Bir erkek Pazartesi günü iş başı yaptığında arkadaşlarıyla başka ne konuşabilir ki? taraftarı olduğu takım galip gelmişse en çok onun sesi gür çıkar. Makul neden iki. Para kazanmak. Çeşitli oyunlar var malum. Futbolsever erkekte de birikim oldukça fazla. Şansını deneyip, bilgisini konuşturmak isteyecektir.  Kimi erkekler içinde gruba dahil olma kaygısı futbolla ilişkisini bitirmemesine sebep olur. Zoraki aşk dediğimiz şey bu olsa gerek. Fanatiklere her sebep makuldür. Arma Fanatik erkek için her şeyden önce gelir. Evde, işte ve sokakta renklerini belli etmekten hoşlanır. Fanatikler asla değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Futbolu sevmenin başka sebepleri de vardır muhakkak. Belki sebepsiz yere sevenler de olabilir. Malum onun adı aşk. Makul yada değil aşk sebep aramaz. Ne olursa olsun futbol Seven bir erkek için bu oyun bir yaşam tarzıdır ve pazardan mezara kadar bir şekilde futbolla olan ilişkisi sürer. Bazen gazetenin spor sayfasında bazen boynuna doladığı atkıda bu ilişkinin izlerini fark edersiniz. Genele baktığımızda ufacık bir topun etrafında dünyaların döndüğünü görmek zor değil. Çünkü her şeyi farklı olsa da ilgi duyan her erkek için futbolun anlamı aynıdır...
Devamını Oku

2 Aralık 2017 Cumartesi

İşyeri halleri



 Çoğumuz çalışıyor. İş yerinde emek veriyor, fazla mesai yapıyor, kendinden fedakarlık yapıp iş yetiştiriyor... Kısaca alın teri döküp rızkını çıkarıyor. Acaba her şey iş hayatındaki ay sonu ve ay başı döngüsünden mi ibaret? ya diğerleri? onlarla bir arada olmak, geçinmek? bu en az maaş, sigorta ve kariyer kadar önemli. Önemli fakat o kadar da zor bir sanat. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'unda bir toplantıya katıldığınızı düşünün. Ayrı renkler, diller ve kültürler... uyum sağlamak ne kadar zor. Fakat hepsi aynı amaç etrafında toplanmış.  İş yerini de buna benzetiyorum. Değişik karakterler, hırslar ve entrikalar. Çeşit çeşit insanlar. Uzun süredir çalışma hayatında olduğum için farklı karakterleri tanıma şansım oldu. Bu gün bunlardan bahsedeceğim. Hiyerarşinin zirvesinden en aşağıya kadar farklı profilleri anlatacağım. Evet. Madem hiyerarşi dedik önce patronlardan başlayalım. Bunları iki grupta sınıflandırıyorum. Birinci sınıfta klasik Hulusi KENTMEN benzeri babacan patronlar var. Bunlar orta sınıf eğitim görmüş, ağzı iyi laf yapan sorun çözme becerisi yüksek olduğundan kısa sürede kariyerinde zirve yapmış kişilerdir. Genellikle işçi ağzı ile konuşur ve alt kademeden geldikleri için işlerin nasıl yürütüleceğini iyi bilirler. İzin ve raporu sorun etmezler ki ben buna bayılırım. Özetleyecek olursak, bu tip patronlar insan sarrafıdır. Çevresindeki insanlar kolay kolay dağılmaz. İkinci sınıf ise Erol TAŞ tarzı katı patronlardır. Bunlarda bürokratik bir yapı vardır. Ruh halleri adeta yüzüne vurmuştur. Onlar için ast ve üst ilişkisi önemlidir. Çalışanların hep kaytardığına yönelik şüpheleri mevcuttur. Kendilerine bir sıfat ile hitap edilmesinden hoşlanırlar. Kısaca sadist kişiliğe sahip ve sevilmeyen insanlardır. Sizin patron hangi sınıfta? objektif yorumlar doğruyu bulmanızı sağlayacaktır. Çalışanlara da bakalım mı? onları da dört gruba ayırdım. İlk ve en tehlikeli sınıf dedikoducular adını verdiğim kişiler. Dedikoducuların gerçekten psikolojik sorunları vardır. İnsanları biri birine düşürmekten zevk alırlar. Yalan bu tipler için rutin bir olaydır. Bu karaktere sır verdiğiniz takdirde ertesi gün iş yerinde manşet olursunuz. Kendini övenler daha az tehlikeli olmakla beraber her işi en iyi kendisinin yaptığını iddia eder. Ben buna kıdem sendromu diyorum. Kendini övenler için işe yeni başlayanlar getir, götürcü veya dünkü çocuktur. Yenilere bilinçli yada bilinçsiz Mobbing (Yıldırma) politikası uygulalar. Üçüncü sırada nötr karakterler var. Akmaz, kokmaz ve konuşmazlar. İçe dönük kişilerdir. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı iş hayatında temel prensipleridir. Haksızlığa maruz kaldıklarında tepki göstermezler. Onlarla ilişki kurmak oldukça zordur. En iyisini en sona bıraktım. Yardımseverler. Her iş yerinde azınlıkta Olsa bulunur. Haksızlığı sevmez, yeni başlayana yol gösterir ve patron dahil herkesten saygı görür.İyi adam rolü bu kişilere yakıştırılır. Karşılaştığım kişilikleri böylece tanıtmış oldum. Başka profillerle karşılaşırsak yine yazarım. Farklı huylara sahip insanlarla aynı iş yerinde çalışmak beraberinde birçok sorunu meydana getirir. Çoğu insan anlaşamamaktan şikayetçi zaten. Kavga etsen zararlı çıkarsın, köşeye çekilirsen yalnız kalırsın. Öyle değil mi? burada uyum konusu bir adım öne çıkıyor. Herkesin yapısı farklı olsa bile ortak yönler mutlaka vardır. Hele ki aynı iş yerinde çalışıyorsak bu tür şeyleri yakalamak daha kolay olacaktır. Bunu başarmak için empati yapmak gerekiyor galiba. Herkesin huyuna gitmek değil, karşıdakinin gözünden meseleye bakmak önemli olan. Neden öyle davrandığını anlamak. Belki de diğerleriyle olan ilişkilerimizde dikkatten kaçan konu bu. Çünkü anlarsak anlaşırız. Anlaşmakta uyumu beraberinde getirir. Bunu başarabilirsek nefret edilen insanlarla bile aramızın düzelmesi şaşılacak bir durum olmaktan çıkacaktır. Ben denedim ve bazılarında sonuca ulaştım. Fakat herkeste bir şey yarayacak diye bir kural yok. İş yerindeki çalışanların hepsiyle dostluk kurmak mümkün değil. Zaten herkesin gayesi iş yerinde çapı kadar çevre yapabilmek değil mi?...
Devamını Oku